15 Şubat 2009 Pazar

İNSAN OLMAK ZORDUR

İNSAN OLMAK ZORDUR
Elindeki tohumları toprağa ekmeden, toprağı özenli bir şekilde düzledi. Tohumları toprağa eşit olarak serpti. Eliyle tekrara düzeltti. Suyun altına elini tutarak, toprağı ve tohumları bozmadan suladı. Bana dönerek:
- Şimdi sabırla büyümelerini beklemeliyiz. Dedi.
Babam doğaya âşıktı. Güzellikleri severdi. Küçük bir çocukken sevginin sonsuz bir pınar olduğunu bilmeden babamın çiçekleri benden çok sevdiğini düşünürdüm. Tohumları eker, fideleri aralar ve en son olarak da bahçeyi yetiştirdiği fidelerle düzenlerdi. Bahçeye baktığımızda renklerin birbiri ile raksettiğini düşünürdük.
Akşamüstleri bu bahçede çay içilirdi. Evin alt katının açık penceresinden radyonun sesi duyulurdu. Biz; çay ikramında koşuştururduk. O çay öylesine lezzetliydi ki; bu tat çaydan mı, bahçedeki çiçeklerden mi, yoksa içinde bulunduğumuz aile mutluluğundan mı kaynaklanıyordu; o günlerde düşünmüyorduk bile. Sadece o günlerin güzelliklerini yaşamıştık.
Babam sevgiyi, sevginin bir yaşam tarzı olduğunu öğretmişti bize. Çiçekleri sevmeyi, ağaçları sevmeyi, doğadaki sevgiyi öğretmişti. Sevgi bir kelime değildi. Emek istiyordu, çaba istiyordu. Eğer çiçekleri seviyorsanız; onları sulamak, budamak, korumak gerekiyordu. O, sevgiden söz etmiyordu. Sevgiyi yaşıyordu. Çevresine güzellikleri görmek için bakıyordu. Gördüğü güzellikleri sürdürmek, çoğaltmak için çabalıyordu. Başarıyordu da. Bizler sadece onu izliyorduk. Sevgisini paylaşırken biz oradaydık. Yaşadık. Onun sonsuz sevgisinden doyasıya içtik. Sevgiyi yaşayarak öğrendik.
Eğer bugün çiçekleri seviyor ve bakıyor, hayvanları koruma içgüdüsü taşıyor, çocuklarımıza iyi ana-baba olabiliyorsak; sevgi sanatını öğrendiğimizdendir.
Çiçekler büyüyüp ilk tomurcuklarını verdiğinde, sanki çok önemli bir şey keşfetmiş gibi haykırır;
—Koş! Bak! Şu güzelliğe.
O an izlenmesi gereken çiçek değildir. Bir güzelliğe sanat eseri izlercesine bakan insandır.
- Gözüm!!! Der. Ve onun özelliklerini en ince ayrıntısına kadar anlatır. Bazen kendinizi biyoloji, bazen de estetik dersinde hissedersiniz. Oysa anlatılan; güzelliklere âşık bir doğa insanının duygularının kelimelere dökülüşüdür. Kelimeler kulaklarınıza koştukça; pembe, mor, kırmızı, beyaz rengârenk duygu dünyasında bulursunuz kendinizi. Baktığınız tomurcuğu sadece görmez, yaşarsınız.
Sonbahar gelince çiçekler yavaş yavaş solar ve tohumlarını oluştururlar. Babam bunları cins ve rengine göre toplar, ayrı ayrı küçük kaplara doldurur; kabın üzerine çiçeğin adını, rengini, belirten bir etiket yapıştırırdı. Bir sonraki bahara kadar, tohumları serin ve rutubetsiz bir yerde saklardı.
Bir sonbahar günü bahçeye çıkıp, değişik çiçeklerin tohumunu topladım. Avucum tohumla dolduğunda, sevinçle babama koştum. Babam önce avucuma, sonra da yüzüme baktı. Ben de tohum toplamıştım. Çok mutluydum. Övgü bekleyen gözlerle babama bakıyordum. Ben onun gözlerinden hoşuna gitmeyen bir şey olduğunu fark ederken, o da benim beklentimi pırıldayan gözlerimden anlamıştı. Tohumları bir kap uzatarak içine koymamı istedi. Tohumlara dikkatle bakmamı söyledi.
— Birbirlerine benziyorlar mı? Diye sordu. Başımı "hayır" anlamında iki yana salladım. Sonra bahçedeki çiçeklere bakmamı istedi.
— Hepsi çiçek, ama birbirlerinden farklılar. Farklı yapıya sahipler, farklı gereksinimleri var. Dedi. Kabın içindeki tohumlardan birini eline aldı. Konuşmasını sürdürerek:
— Bu tohum büyümek için kumlu toprak, bol su ister. Güneşli ortamları sever.
Tohumu elindeki kaba bıraktı. Eline alamayacağı kadar küçük tohumları göstererek:
— Bunlar karışık toprakta yetişir. Az su ister ve gölge ortamları severler.
Yanlışımı anlamıştım. Gölge oramı sevenin, güneşe çıkarıldığında yandığını; az sulanması gerekene, bol su verildiğinde; yavaş yavaş çürüdüğünü öğrenmiştim. Farklılardı. Hepimizin birbirimizden farklı olduğumuz gibi; çiçeklerin görüntüleri, yapıları ve istekleri farklıydı. Onlara tek tek bakmak ve görmek gerekiyordu. Bu canlıları anlamaktı. Çiçeklerin görüntüleri insanların mimiklerine benziyordu. Onların yaşamı ile ilgili ipucu veriyordu. Yaprakları solduğunda, susuz kaldığını; sarardığında, suyu azaltmak gerektiğini; yaprak sapları uzadığında, güneşe ulaşmaya çalıştığını anlamak gerekiyordu.
O doğa insanını dinlerken; doğayı, doğadaki yaşamı içinizde hissedersiniz. Canlıların yaşamlarını sürdürmek için neler yaptıklarını, kendilerini nasıl ifade ettiklerini, varlıklarını korumak için nasıl çabaladıklarını anlatır. Onu dinlerken kendinizi çiçek olarak buluveririsiniz. Kökleriniz toprağa bağlıdır. Işığa ve suya gereksiniminiz vardır. Yapraklarınız güneşi, kökleriniz suyu arar.
Bunu insan olarak hissedebildiğinizde sevgi sanatını başarmanın yanı sıra; insan olmanın özelliklerinden biri olan empati gücünü; yani " başkasının yerine kendini koyup, onun gibi düşünerek, onu anlama" yetisini kazandınız demektir. Karşınızdakinin yüreğindekileri hissedebilmek, kimi kez sizi coştururken; kimi kez de yüreğinizin acıyla dolmasına neden olacaktır. Çünkü " İnsan olmak zordur".


Nevin Ergençiçeği

Hiç yorum yok: